27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Başbakan Adnan Menderes ve arkadaşlarını idam cezasına çarptıran özel mahkeme Yüksek Adalet Divanı kararlarını hükümsüz hale getiren ve bu kararlardan doğan zararların tazmin edilmesini öngören yasa teklifi, 23 Haziran 2020 günü TBMM Genel kurulunda kabul edildi ve 7248 sayılı bu yasa, 1 Temmuz 2020 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Sözü geçen yasa, darbelerle hesaplaşma anlamında hiç kuşkusuz olumlu bir adımdı. Ancak, Türkiye’nin darbe virüsünden arınmış bir hukuk devleti olması için, darbelerle hesaplaşma 27 Mayıs darbesiyle sınırlı tutulamazdı. Ancak AKP-MHP iktidar bloğu, TBMM’de görüşmeler sırasında, bu yasa ile darbeler arasında ayrımcılık yapıldığı ve bunun kabul edilemez olduğu uyarılarına kulak tıkadı.

Bu aymazlık, ayrımcılık ve ben yaptım oldu dayatmacılığına karşı sessiz kalınamazdı/kalmadık. Gereği için, Demokratik Kitle Örgütlerine, Demokrasiden yana Sendika, Meslek Odası ve Baroları birlikte mücadeleye davet ettik. AKP-MHP iktidar bloğunun darbeler arasında yaptığı ayrımcılığı teşhir etmek, bu konuda toplumsal farkındalığı artırmak, tüm darbelerle yüzleşme kararlılığını yaygınlaştırmak ve mücadele sürecini ilerletmek için ortak hareket etme çağrısı yaptık. Programını ve pratiğini ortak karar vereceğimiz “DARBELERLE AYRIMSIZ HESAPLAŞILMALIDIR” başlıklı bir kampanya örgütleyelim dedik. Üzülerek belirtiriz ki, davetimize yeterli karşılık bulamadık.

Bu gelişmeler üzerine ADAM-DER olarak 12 Eylül 2020 ile 30 Aralık 2020 tarihleri arasında “DARBELERLE AYRIMSIZ HESAPLAŞILMALIDIR” başlığıyla kampanyamızı örgütledik.

İşte bu koşullar altında başlatıp ve sonlandırdığımız kampanyamızdan çıkardığımız kimi tespit ve sonuçlar:

Öncelikle belirtmek isteriz ki, kampanya davetimize icabet etmedikleri/edemedikleri için Emek, Demokrasi ve Özgürlük güçlerine kırgın değiliz. Onları her zaman mücadele dostlarımız olarak gördük ve görmeye devam ediyoruz/edeceğiz. Bunu hiçbir şey değiştiremez. Ancak kampanyada yer alamama gerekçelerinin neler olduğu üzerine derinliğine istişare etme gereği vardır.

Kampanyamızı, büyük medyanın tümüyle iktidar bloğunun sözcüsü haline getirildiği, muhalif gazete, televizyon ve haber sitelerinin sesinin had safhada kısıldığı, kımıldayan bir yaprağın bile biat etmeyen asi ilan edilip dalından koparıldığı bir süreçte icra ettik. İstibdat rejimine rağmen zifiri karanlık koşullarında bir mum ışığı olunabileceğini ve bu ışığın büyütülebileceğini “dosta ve düşmana” gösterdik.

Kampanyamız süresinde birbiriyle bağlantılı biçimde basın açıklaması, açık oturumlar, canlı söyleşiler, farklı platformlarda kampanya içeriğine ilişkin haber ve köşe yazıları, videolar, milletvekillerine mektup gönderme, TBMM’de gündeme taşıma ve yazılı soru önergesi verilmesi, Ayrımcılık raporu hazırlamak ve yayımlama, Mecliste bulunan siyasi partilerle görüşme, imza kampanyası vb. 35 adet etkinlik gerçekleştirdik. Bu etkinlikler, mücadeleyi bundan sonraki süreçte de geliştirerek sürdürme kararlılığımızın teminatıdır.

AKP-MHP iktidar bloğunun istibdat rejiminin 27 Mayıs 1960 darbesi sonuçlarını ve Başbakan Adnan Menderes ve arkadaşlarına verilen idam hükümlerini hükümsüz hale getiren düzenlemeyi, darbelerle yüzleşmek adına değil siyasi çıkar hesabıyla yasalaştırdığını açık ettik. Darbeler arasında ayrımcılık yapıldığını bir kez daha görünür hale getirdik.” Kral çıplak” diye haykırdık.

“Kral çıplaktır”. Çünkü, Sıkıyönetim Askeri Mahkemeleri de, Yüksek Adalet Divanı (YAD) gibi; doğal mahkeme ve doğal hâkim güvencesi ilkesine aykırı bir şekilde sadece belirli kişileri yargılamak üzere kurulmuşlardır. Yargılamalara konu suçlamaların gerçekleştirildiği iddia edilen tarihten sonra kurulmuşlardır. Kararları en az YAD kararları kadar evrensel hukuk ilkelerine aykırıdır. Kendi dönemlerinin anayasa ve meri hukukuna göre değil “Darbe hukukuna” göre darbecilerinin telkin ve emri ile kurulmuşlardır. Kampanyamız bu yalın gerçekleri haykırarak, AKP-MHP bloğunun ayrımcılığını bir kez daha teşhir etti.

İstibdat rejiminin darbelerle ayrımsız yüzleşeceği beklentisi içinde hiç olmadık ve olmayacağız. Zira ham hayaller peşinde koşanlardan değiliz ve biliriz ki, kendi kendine yüzleşmek muktedirlerin doğasına aykırıdır. Zira Milli Savunma Bakanı Hulusi AKAR’ ın TBMM’de verilen yazılı soru önergesini cevaplamaması bile istibdat rejimini ele veriyor. Cevap vermeme tavrı, bir yandan verecekleri sahici cevaplarının olmamasının, diğer yandan kendilerinin dışındaki tüm örgütlenme ve kişileri ötekileştirdiklerinin ifadesidir. Baskı, ötekileştirme ve yok sayma tavırlarına boyun eğmeyeceğiz.

Her zaman öz gücümüze ve demokrasi güçlerinin birlik ve dayanışmasına güvenle, postallısı/kravatlısıyla tüm darbelere karşı olduk ve olmaya devam edeceğiz. 12 Mart ve 12 Eylül sıkıyönetim mahkemelerinin kararları hükümsüz hale getirilinceye, postallısı/kravatlısıyla tüm darbelerle hesaplaşılana, zifiri karanlık günleri güneş ışığıyla aydınlanana, demokrasi tüm kurum ve kurallarıyla tesis edilinceye kadar mücadelemizi kesintisiz sürdürmeye kararlıyız.

Militarizmden ve istibdattan arındırılmış özgür bir dünya özleminin peşinden koşmaya devam ediyoruz /edeceğiz. Biliyoruz ki ütopyamızla gerçekler arasında kopmaz bir bağ var. Bu bağ gerçekçi davranarak, imkânsızı başaracağımızın teminatıdır.