(Kısa bir 12 Eylül öyküsü denemesi..)
Köleler özgür olmak isteyen kölelerden nefret ederler
Ulrike Meinhof
Marşın sesi birkaç gündür duyulmuyordu.
“Eskişehir, Eskişehir, yalçın kaya sarp yeri…”
Neredeyse marşın duyulmadığı her günün akşamı, yemek yenilip, bulaşıklar plastik leğende yıkandıktan sonra, üzerine demlikler dizili seyyar satıcı arabasıyla koridora gelen askerin mazgalın ardından duyulan çaylaar sesiyle beraber koğuşun ortasındaki en itibarlı yerini alırdı Hasan’ın Kuleli Bavulu.
Çoğu aynı sosyalist devrimci örgütün ordu içindeki mensupları olmak suçlaması ile tutuklanmış olan Kara Harp Okulu ve Deniz Astsubay Okullarının 70’li ve 80’li yıllar mezunu genç subay ve astsubayları ortalama bir ila üç yıl kalacakları 12 Eylül Darbesi’nin Meşhur Cezaevinin karşılıklı iki koğuşunu doldurmuşlardı.
On altı on yedi yaşlarında, başta en yakın aile ortamından başlayarak, çevrelerindeki otoriteyi ve kurulu düzeni simgeleyen her şeye karşı genç yüreklerini dolduran isyan ve adalet duyguları, kışla ve askeri okul duvarlarını aşıp gelen güçlü sol rüzgârlarla buluşmuştu.
Onlar günlük yaşamlarında sokakta değillerdi, özgürlüğü diğer yaşıtları gibi fiilen yaşayamamışlardı. Ama önce çocuk,genç yüreklerinde kabaran sonra bilince çıkardıkları özgürlük tutkusu ve başkaldırı ruhunun bedelini, çok değil üç beş yıl içinde kendilerini darbenin cezaevinde bularak ödemeye başlamışlardı.
O yıllarda, yani 1980 li yıllarda,12 Eylül ün Meşhur Askeri Cezaevi, zorla yapılan koğuş baskınları, özel eşyaların tarumar edilmesi, yaka paça yerlerde sürüklemeler,dayaklar, baldır, kıç falakaları, zorla saç kesmeler, gecenin bir saatinde koğuşlara yangın hortumu ile su sıkmalar gibi baskıların bir kısmından bu iki subay astsubay koğuşunun da ayrım yapılmaksızın nasibini aldığı bir ortamı yaşıyordu.
Bunlara ilaveten, belli bir iki sağcı ya da magazin gazetesi dışında tv, radyo, kitap, dergi yasakları gibi bir dizi uygulamayla da baskı ortamı pekiştirilmişti. Sakinleri tarafından “Nazi Kampı” adı verilmiş olsa da,kamuoyu ve basının haberalma olanaklarının ve ilgisinin görece daha fazla olduğu İstanbul’da olması ve daha başka bir dizi nedenle, Meşhur cezaevi, karanlık Diyarbakır Zindanı ve Mamak ile karşılaştırıldığında ,12 eylül cunta dönemi şartlarına göre ve tabii ki ancak içerdekilerin anlayabileceği manada , ”Palas” sayılırdı aslında.
Hasan’ın Bavulu, on dört on beş yaşlarında yatılı askeri okullara girmiş herkesin hayatının önemli bir parçası olarak çok iyi bildiği gibi,açık haki renkli, parlak suni derili, bir bir buçuk karış derinliğinde, dikdörtgen prizma şeklindeydi. Eski Yeşilçam filmlerindeki Anadolu’dan büyük şehre gelmiş garibanların tahta köşeli bavulunun bir derece modern görünüşlüsü idi.
Hayatı boyunca, bir erdem olarak inandığı için para, mal ve özel eşya ile ilişkisini hep zayıf tutmuş, bunu günlük yaşam alışkanlığı haline de getirdiği için arkadaşları arasında “asgari Hasan” adıyla da anılan Hasan, nasıl olmuştu da gidip geldiği polis sorguları, gözaltılar arasında bu özel tarihi! Bavulunu hiç yanından ayırmamayı becerebilmişti bilinmez.
Koğuşlar üç bölümdü, tuvalet, lavabolar bölümü dışında, bir bölüm ranzaların olduğu yatakhane kısmıydı ve ranza aralarında pek hareket edecek alan yoktu. Diğer bölüm ise yemek yenilen, volta atılan esas sosyal yaşam alanı idi. Bavulun, yemek masa ve sandalyeleri operasyonlarda ceza olarak alındığı için artık hep yerde yemek yenilen alanın ortasındaki yerine yerleşmesiyle” briç karesi” ‘nin etrafındaki yerini alması aynı anda olurdu .
Briç destesi, süt kutularının kartonlarının iskambil kâğıdı ebatlarında kesilmiş ve arka yüzlerine elle rakamları yazılıp işaretleri çizilmiş özgün cezaevi üretimiydi.
Marşın sesi cezaevinin son bloğu taraflarından duyulmaya başlamıştı,
Eskişehir, Eskişehir, yalçın kaya sarp yeri
Kalelerden çok kuvvetli içindeki askerleri. . . . .
Ne zamandır, tutukluların üzerlerindeki eşofman ya da pijamalar dışında koğuşlarda hiçbir özel giysi, eşya, kitap, dergi bırakılmamış toplanmıştı. Böyle olmasına rağmen bir tür ceza ve eziyet olarak uygulanan tekme, tokat, cop destekli mutat “koğuş araması“ operasyonlarında haki renginden dolayı olmalı, bir tür askeri demirbaş mı saydıklarından nedir, her şeyi aldıkları halde O’na dokunmazlardı gardiyan askerler. Sanki bir kutsallığı vardı Bavul’un.
Hasan’ın koğuşundakiler, biri hariç; o da başka bir davadan yargılanan ve “arama” operasyonlarında, gardiyan askerler tarafından her seferinde diğerlerinden daha fazla dövülen ve yaşından dolayı koğuştaki herkesin Abi diye hitap ettiği bir astsubay dışında; Kara Harp Okulundan son beş altı yıl aralığında mezun olmuş, teğmen üsteğmen rütbesindeyken tutuklanmış, yirmili yaşlarda genç subaylardı.
Bazıları daha gözaltındayken emniyetin hücrelerinde önlerine uzatılan küçük bir kâğıt parçası ile artık emekli! bir subay olduklarını öğrenmişlerdi. Bazıları ise henüz emekli edilmemiş halen kâğıt üzerinde subay,astsubay vasfını taşıyordu. Ancak bir ikisi dışında onlar da sıkıyönetim mahkemesinde açılan davalarının sonuçlanması beklenmeden ileriki aylarda resmen sivil olacaklardı.
Bu durum, her iki koğuştakiler de dâhil, subay olsun astsubay olsun, hiçbiri için o günlerde üzerinde düşünülecek, dert edilecek bir konu olmamıştı. Cezaevi hayatında çok daha önemli şeyler vardı. İnsanca yaşam mücadelesi için yapılan direnişler, açlık grevleri, baskılar, nefes alınabilen saatler, sohbetler, tartışmalar ve tabii briç oynayabilmek! her türden gelecek kaygısından, düşüncesinden önde gelirdi!
Şairin dediği gibi mahpusluk hem zor zenaattı, hem de bu genç insanlar için bir o kadar “renkliydi”.
Briç” bavulunun” etrafındaki oyuncular hemen hiç değişmezdi.
Aynı sınıf arkadaşı olan ilk üçünden birincisi; bavulun sahibi olduğunu bir kere bile yüksek sesle dile getirmemeyi başarmış olmasına rağmen dörtlünün değişmezlerinden biri olmayı çocukça ve safça doğal bir hak gördüğü her halinden belli olan Hasan’dı tabiatıyla.
İkincisi ise, idare tarafından her türlü yazılı kaynak, kitap, dergi toplatılmış olmasına rağmen koğuşun en önemli entelektüel sosyal aktivitesi olan ve sorularının nerdeyse tamamı devrim ve sosyalizm mücadeleleri tarihi ve teorisinden çıkan! Bilgi Yarışmalarının, ansiklopedik bilgisi ve hafızası ile temayüz etmiş moderatörü ve her daim sözcüsü olan kişi idi.
Üçüncüsü, her ciddi ve gerilimli konu ve durumu gerekirse hatta çoğunlukla bilerek! , özünden başka yöne saptırma yeteneği ve zekâsı sayesinde ortamı yumuşatan, koğuşun hep gülen yüzlüsü ve neşe kaynaklarından birisiydi.
Karenin sonuncusu ise ”savcının iddianamesindeki örgütün” alt sıralarında ama askeri hiyerarşide bavulun diğer üç üyesinden ve koğuşun kalanından bir üst harp okulu devresinden birisi idi. Asker kökenli de olsalar Siyasi tutuklular arasında bu ikinci tip hiyerarşi hayatın başka alanlarında geçmezdi. Ama söz konusu briç olduğu için muhtemelen bu ikinci özelliği nedeniyle bavulun değişmez dördüncü kişisi olma vasfını kimse elinden almaya çalışmamıştı.
O da diğerleri ile benzer süreçleri yaşamış sayılırdı.
Ortaokul yıllarının yaz tatillerinde, eve dönerken takkesini başından çıkarmayı unuttuğu Kuran kursu günlerinden ,en samimi arkadaşıyla, mezun olunca teğmen kılıçları ile Ata’larına gidip kişisel saygı duruşunda bulunmaya sözleştikleri Harp Okulunun ilk günlerine ve nihayet bir şekilde önceki isyanların bilgisine ulaştığında o güne kadarki tüm fikri ve duygusal aidiyetlerinden büyük bir hızla koptuğu günlere nasıl varmıştı şimdi hatırlamıyordu.
İki sinek, iki karo…
Briç oynama fikri kimden çıkmıştı belli değildi, ama Bavulunun bu işe hizmet etmesini en çok Hasan’ ın isteyebileceğinden de kimsenin kuşkusu yoktu. Her zor ya da olumsuz durumu ve şartı tevekkülle ve iyimserlikle kabullenir ardından da bundan bir olumlu durum yaratabilirdi.
Beyni ve yüreği ” şapka ile postal ”arasına sıkışmamışlardan olan Hasan, Orduya “peygamber ocağı“ demediği gibi, “ cumhuriyet devrimlerinin laik bekçisi “ olarak da görmezdi. Başarılı ve yetenekli bir subaydı arkadaşlarına göre ama “ ruhen subay “ olmadığı kesindi.
Marşın dizeleri daha iyi duyulmaya başlamıştı..
“Eskişehir, Eskişehir, yalçın kaya sarp yeri
Kalelerden çok kuvvetli içindeki askerleri,
İndik İzmir çarşısına. . .
Hasan’ın Bavulunun ortaya konulmadığı, yani “briç karesi”nin kurulmadığı akşamlar idarenin koğuşlara “arama” operasyonları yaptığı günlerin akşamları olurdu. İnsan onurunu rencide edici, hukuksuz arama şekli ve muamelelerine itiraz nedeniyle her sefer tutukluların fiziki direnişi ile karşılanan cezaevi idaresinin bu operasyonları, askerlerin takım halinde rap rap yürüyerek geldikleri her koğuşun kapısının arkasına dizilip Marşın “indik İzmir çarşısına… ” ile başlayan dizesini en yüksek perdeye çıkardıkları anda birden koğuşun kapısını açıp içeriye dalmaları ile başlardı…
Sabah başlayan operasyon akşama kadar haykırış, slogan, tekme, tokat, cop şaklaması sesleri ile son koğuşa kadar sürer akşama doğru biterdi. Son koğuş da sırasını savdığında akşam yemeği saati gelmiş olurdu. Yaralar, bereler sarılır, coplanmaktan moraran kaba etlere, baldırlara pomatlar, merhemler sürülür, darmadağın edilen ortalık toplandıktan sonra yemek yenilir, çayın gelmesi ile “havalandırma eğlencesi” ne geçilirdi..
Üç katlı cezaevinin her katta iki koğuştan aynı avluya bakan, ama sadece” bakılan”, bir yılı aşkın süredir “çıkılamıyan”, toplam on iki koğuşta yaklaşık iki yüz elli üç yüz sakini bir “havalandırma “ olarak adlandırılırdı. Bunun gibi tahminen altı” havalandırma” sol siyasi tutuklu doluydu Oniki Eylül ün Meşhur cezaevi.
İşte böyle her operasyon gününün gecesi “havalandırma “ sakinleri koğuş
pencerelerindeki parmaklıklara balkon misali dizilerek karşılıklı şarkılara, türkülere, şiirlere ve çeşitli sanatsal! Performanslara başlarlardı günün acısını sağaltmak ve gerilimini dağıtmak için. O akşamlarda koğuşlarda başka hiçbirşey yapılmaz herkes bir “kapalı hava tiyatrosu ”gibi süren bu rahatlama saatlerinin tadını ortaklaşa ve topluca çıkarırdı.
İki kör, iki pik,
Üç sanzatü
Bir aristokrat oyunu varsayılan, İngiliz asilzadelerinin kâğıtlar dağıtılıp açılış konuşmalarını yaptıktan ve oyun bağlandıktan sonra kibirle masadan kalkıp artık pek zekâ ve yetenek gerektirmediğini düşündükleri oyunun devamını uşaklarına oynattıkları rivayet edilen briç oyunu özellikle muvazzaf askerler arasında, orduevlerinde yaygındı. Ama sol siyasi tutukluların kaldığı cezaevi koğuşunda koğuş sakinleri eski askerler de olsa
o güne kadar rastlanmayan bir günlük faaliyetti! Halk arasında yaygın oluşu, İran ya da Asya kökenli kadim bir zekâ oyunu olması gibi nedenlerle cezaevinde de satranç yaygındı ve genel kabul görürdü. Briç ise herhalde iskambil kâğıtları ile oynandığı için olsa gerek kimine “kahve kültürünü” çağrıştırıyor, kimilerine göre de “burjuva zevklerinden “ sayılıyordu.
Oniki eylül cuntasının tüm ülkede olduğu gibi cezaevlerindeki insanlık dışı uygulamalarına tepkilerini ortaya koymak, direniş ruhunu sürdürmek gibi amaçlarla tutuklular, her sabahbelli bir saatte koğuş pencerelerinden havalandırmaya bağırarak slogan atma kararı almışlardı.“İnsanlık Onuru İşkenceyi Yenecek “ ile başlayan ve yaşadıklarını protesto eden sloganları sabah ilk uyananlar atmaya başlar diğerleri de katılırdı. Haksız uygulamalar günlük hayatın bir parçası, rutini haline geldikçe sabah sloganları da rutinleşmiş gibiydi.
Cezaevinin sol örgüt davasından yargılanan siyasi tutuklu subay astsubay askerlerinin kaldığı bu koğuşta, Hasan’ın Briç Bavulunun çevresinde her akşam oynayan ve onları izleyen briç severler dışında siyasi koğuşta briç oynanmasına muhalif bir gruplaşma da yok değildi.
Dört kör, dört pik…
Kendisi ile dervişçe barışık, kendisini önemseyen, bazen bunu abarttığı gözlenen, bu yönü ima edildiğinde gösterdiği tepkiler nedeniyle adı “alıngan Hasan”a da çıkan Hasan da dâhil Bavul’un elemanları bu durumdan çok etkilenmemişlerdi. Ne zaman çıkacaklarını bilmedikleri cezaevi yaşamının gerçek hayatları haline geldiğini anladıkça giderek koğuşun tümü de Bavul’a alışmıştı.
Her biri en az üç dört yıldan yedi sekiz yıla kadar süren astsubay ve subay yatılı okul hayatları biteli şunun şurasında üç beş sene olmuş Meşhur Cezaevinin Asker kökenli tutukluları, zaten çocuk yaştan alışık oldukları koğuş yaşamına ve ortaklaşa hayatın sosyal ortamına sol yanlarını da katarak burada da kolay intibak etmişlerdi.
Eskişehir, Eskişehir, yalçın kaya sarp yeri
Kalelerden çok kuvvetli içindeki askerleri,
İndik İzmir çarşısına, düştük düşman arkasına
Düşman bize aman diyor kahraman Türk ordusuna”
Sol, sosyalist düşünceleri nedeniyle ordudan atılmış mahpus subay astsubayların koğuşlarının demir kapılarının “arkasına düşen “ ve içeriye girmeye hazırlanan askerler, ayaklarını daha bir şiddetle rap rap yere vurmaya ve marşı daha gür sesle söylemeye başlamışlardı.
İçerde ise kolları ve bacaklarıyla birbirlerine ve ranzaların demirlerine kenetlenmiş subay ve astsubaylar her an askerlerin içeriye girip tekme tokat kendilerini sürükleyerek dışarı çıkarmalarını ve sıradayağına dizmelerini gergin bir şekilde beklemeye başlamışlardı.
Bir gün önce aylardır bekledikleri davalarının ilk duruşması için çıktıkları mahkeme salonunda cunta dönemi cezaevlerinde yeni başlayan tek tip elbise uygulamasını kamuoyunun önünde protesto etme görevi hasbelkader onlara düşmüştü.
Duruşmadan önce giydikleri tek tip cezaevi kıyafetlerini hâkimlerin salona girmesiyle beraber basının önünde yırtarak çıkarmaları ve yıllar sonra 12 Eylül darbe döneminin simge fotoğraflarından biri olacak olan don fanila Resmini vermeleriyle cezaevindeki tüm tutukluların özel eşyalarının tamamının toplanması ve günlük hayatlarını artık sadece pijama ya da eşofman ile sürdürmeleri aynı günlere denk gelmişti.
Hasan’ın Kuleli Bavulu etrafında dönen koğuştaki hayat, cezaevi idaresinin, artık bu iki subay astsubay koğuşunda kalan askerlerin de diğer koğuşlardaki “sivil teröristlerden” bir farkları olmadığına iyice kanaat getirerek bu operasyonla birlikte birer ikişer diğer
koğuşlara dağıtması ile bitmişti.
Yıllar sonra onu kaybettiklerinde, uzun zamandır tanıyan yakın arkadaşlarının hepsi tarafından ruhen de sosyalist olduğu üzerinde hemfikir olunan Hasan, dağıtıldığı yeni koğuşuna Bavulunu da birlikte götürebilmiş miydi artık kimse hatırlamıyor.
16 Kasım 2008
Hasan’ın Arkadaşları