12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 Darbecileri tarafından sol görüşlü oldukları gerekçesiyle TSK’dan uzaklaştırılmış ve Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri Derneğinde bir araya gelmiş eski askerler olarak, 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nin 43. Yılında tüm darbeleri bir kez daha lanetliyoruz.

Darbelere karşı mücadeleyi kuruluş amaçları arasında belirlemiş bir dernek olarak, kuruluşumuzdan bu yana 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbelerinin her yıldönümünde yaptığımız gibi bu yıl da bıkmadan, usanmadan aynı sözleri bir kez daha tekrarlıyoruz.

Türkiye’de hiçbir dönemde darbecilerden hesap sorulmamış, darbelerin ardındaki gerçek nedenler, onları planlayanlar ortaya çıkarılamamıştır. 12 Eylül yargılaması adı altında adeta bir oyun sergilenmiş, askeri vesayetin ortadan kaldırıldığının iddia edildiği dönemde meydana gelen 15-16 Temmuz 2016 darbesinin ardındaki gerçekler ve sorumlular da aydınlatılamamıştır. Bu darbe girişiminin en yakın tanıkları meclis iradesini tanımayarak, ifade vermeyi reddetmişlerdir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bu darbe girişimi ile ilgili raporu hala yayınlanamamıştır. 

Bu gerçeklerin ışığında Türkiye’de darbelerin bir kez daha yaşanmayacağını söylemek mümkün olabilir mi? 

Darbelerle ayırımsız hesaplaşılmadan, demokrasinin gelişebileceği iddia edilebilir mi?

Bir darbe girişimini bastırmış ve toplumun en geniş kesimlerinin darbe karşısında ortak bir tutum aldığı bir ülkede doğal olarak demokrasinin güçlenmiş olması beklenir. 

Oysa ülkemizde, askeri darbe girişimini “Allah’ın bir lütfu” sayan ve ardından kendi sivil darbesini gerçekleştiren bir iktidarla karşı karşıyayız. 

Cuntacılar, parlamentoyu kapattılar. Sivil darbeciler, parlamentoyu etkisizleştirip, bu baskıcı rejime meşruiyet kazandıran bir vitrin süsü haline getirdiler. Bugün ülkemizdeki yönetim için baskıcı karakterini ifade eden çok değişik sıfatlar kullanılırken, söylenemeyen tek şey, demokrasinin varlığıdır. 

Ülkemizde seçimlerin yapılabiliyor olması demokrasinin varlığı anlamına gelmez. 

Şerri hükümlere dayalı bir hanedan yönetiminin son bulup yerine bir cumhuriyetin kurulmasının üzerinden 100 yıl geçti. Cumhuriyet, meclis esasına dayalı bir halk iktidarı demektir. Halkın iktidarı ise gerçek anlamda bir demokrasi ile mümkün olabilir. 

Bugün böyle bir demokrasiden söz edebilir miyiz?

Demokrasi ve laiklik, modern bir toplumda birbirinden ayrı düşünülemeyecek iki önemli unsurdur. Ne yazık ki günümüzde demokrasiden nasıl uzaklaşıyorsak, yıllardır zaten gerçek anlamda tesis edilememiş olan laiklikten de her geçen gün biraz daha uzaklaşıyoruz. Dini eğitimin anaokullarına kadar indirilmiş olması, her kademede zorunlu hale getirilmek istenmesi kabul edilemez. Ana okullarından, 12. Sınıfa kadar, çevreye duyarlılık ve değerlere sahip çıkılması adı altında okullara imam yerleştirilmesi, siyasi iktidarın laiklik karşıtı yeni bir hamlesidir. Kabul edilemez.

Tek bir adam tarafından alınmakta olan kararlar, yurttaşların esenliği, ülkenin geleceği ve kamu yararına göre değil, büyük sermayenin çıkarına ve iktidarın siyasal İslamcı politik heveslerine, bu heveslerin finanse edilmesine ve bu iktidarın etrafında kümelenmiş bir avuç asalağın maddi çıkarlarına göre şekillenmektedir.

ADAM-DER’in kuruluş amaçlarından bir diğeri de; militarizme ve savaşlara karşı mücadeledir.  Tıpkı darbeler gibi, günümüzdeki savaşların da emperyalist tekellerin ve yerli işbirlikçilerinin çıkarlarını korumak ve geliştirmek için yapıldığını, tüm darbelerin arkasında Türkiye’nin NATO üyeliği ile pekiştirilmiş ABD’ye bağımlılık ilişkilerinin yattığını biliyoruz.

Nasıl ki, tek adam iktidarında demokrasiden söz edilemezse, NATO’ya bağlı bir ülkede de bağımsızlıktan söz edilemez. NATO, ülkemizin güvenliğini sağlamak bir yana, halkımızın varlığı ve geleceği için bir tehdittir.

Ülkemizin bağımsızlığı, halkımızın refah ve esenliği, savaşlarla değil, daha fazla demokrasi, gerçek anlamda bir adalet, yurttaşlar arasındaki eşitlik temelinde tesis edilecek bir toplumsal barışla ulaşabileceğimiz güven ve güçle sağlanabilir. Bugün halkların çıkarı savaşta değil, diğer halklarla işbirliği ve karşılıklı değer ve çıkarları gözeten ilişkilerle kurulacak evrensel bir barıştadır.

Milliyetçilikle kışkırtılan gerici eğilimlerin, halkın en acil ihtiyaçlarının, taleplerinin unutturulası için kullanılmasına; militarizmin hizmetine koşulup çatışma ve kutuplaşmanın arttırılmasına; siyasette ve günlük yaşamda şiddet dilinin yaygınlaştırılıp, kadınlara, çocuklara, LBGTİ+ bireylere, göçmenlere ve ötekileştirilmeye çalışılan gruplara yönelik saldırıların teşvik edilmesini reddediyoruz. 

İşgale karşı yurt savunması ile cumhuriyetin kuruluşunu mümkün kılabilmiş bir milletin fertleri olarak komşu ülkelerin topraklarına yönelik eylemleri, işgal durumuna varan fiili durumları kabul etmiyoruz. 

Darbelerin ve savaşların temel hak ve özgürlüklere, emek, barış ve demokrasi güçlerine verdiği zararın bilinciyle, her türlü askeri ve sivil darbeye, diktatörlüğe, savaşa karşı olduğumuzu bir kez daha ilan ediyoruz.

ADAM-DER olarak, kültürler ve halklar coğrafyası ülkemizin gerçekten demokratikleşmesi ve barışa kavuşması için, tüm emek, barış ve demokrasi güçleri ile birlikte mücadeleyi sürdüreceğiz.

Saygılarımızla

ASKERİ DARBELERİN ASKER MUHALİFLERİ DERNEĞİ

YÖNETİM KURULU