ADAM-DER Yönetim Kurulu, Suriye topraklarında Barış Pınarı adıyla başlatılmış olan harekata karşı kaygı ve itirazlarını bir bildiri ile basına ve halka duyurma kararı almış ve 11 Ekim 2019 tarihinde aşağıdaki yazılı açıklamayı yapmıştır.
Türk Silahlı Kuvvetleri yine sınırlarımızın ötesine çıkarıldı. Komşu ülke topraklarında teröristleri etkisiz hala getireceğiz denilerek başlatılan bu harekatın, Türkiyeyi büyük felaketlere sürükleyebileceği, bölgenin demografik yapısını bozarak iç çatışmaları körükleyeceği ve Suriye’nin toprak bütünlüğüne zarar verebileceği yönünde açıklamalar yapılıyor. Bir yandan da orduya duyulan güven ve zafer beklentileri dile getiriliyor.
Bu milletin ordusuna bağlılığı, askerinin hiçbir çıkar gözetmeksizin fedakarca ülkesi ve milletini savunmak için seve seve canını vermiş olmasından ileri gelir ki, bunun en güzel örneği Kurtuluş Savaşımızdır. Mehmet’i Mehmetçik yapan, işgal orduları karşısındaki yurt savunmasıdır. Ama ne yazık ki, yıllar içinde Mehmetler önce Kore’de kırdırıldı, sonra da sınır ötesi ülkelerde emperyalist planların bir parçası olarak yollandığında da kimilerince “en iyi ihraç malı” diye adlandırıldı. Şimdi de fetih sureleri eşliğinde dualarla, hamaset dolu söylevlerle bize ait olmayan bir çatışmanın içine sürülüyorlar.
Yıllar önce Suriye konusunda başlatılan yanlışların faturasını ülkemiz, maddi manevi birçok yönüyle yaşadı, yaşıyor. Bu yanlışların sorumluları, bu hataların hesabını vermesi gerekirken, şimdi ülkemizi yeni can kayıplarına, maddi zararlara ve daha geniş bölgesel sorunlara yol açabilecek bir maceraya sürüklüyorlar. Dahası, böylesine açık seçik bir felaket olasılığı karşısında itiraz edenleri, iktidarı aklıselime davet edenleri hainlikle suçlamaktan da geri kalmıyorlar.
Gelişmeleri en yüzeysel biçimiyle takip edenlerin bile görebildiğini, iktidar görmemekte, anlamamakta ısrar ediyor. ABD Başkanı Trump’ın Amerikan halkının üzerinden kalktığını açıkladığı vergi yükü şimdi kimin sırtına binmiştir? Kendi vatanları dahil hiçbir ülkenin kabul etmediği IŞİD’cı katilleri ve beraberindeki on binlerce kadın ve çocuğu hükümet ne yapmayı düşünmektedir? Soruları çoğaltmak mümkün ve zaten savaşa karşı çıkan her sağduyulu kişi ve kurum her gün benzer soruları yazı ve bildiriler aracılığıyla soruyor.
Bu savaşın, bir diğer önemli yanı, PYD/YPG’nin de içinde yer aldığı Suriye Demokratik Güçlerine karşı sürdürülmekte olması ve bunun Türkiye’deki terörle bağlantılandırılarak, böylelikle Kürt sorununu çözme iddiasını taşıması. Kürt sorununu, terör sorunu olarak adlandıranların, bu sorunu 40 yılda yurt içinde silahla çözemedikten sonra şimdi yurt dışında savaşla çözmeye kalkışmaları, bir zafiyetin göstergesinden başka nedir? Bu sorunun vebali tüm cumhuriyet hükümetlerinin omuzlarındadır ama en çok da 17 yıllık AKP iktidarına aittir.
Belli ki, Kürt sorununu çözmek, bir insanlık ve ülke görevi olarak değil, iktidarda kalmanın ve halkı terörize edip manipüle etmenin bir aracı olarak görülüyor. Suriye’nin iç sorunlarıyla ortaya çıkan sınır güvenliği, o ülkenin hükümeti ile işbirliği yaparak çözmek yerine, Suriye’yi işgal eden emperyalist güçler ve cihatçı çetelerle yapılan pazarlıklarla sağlanmaya çalışılıyor.
Dün Amerikan emperyalizminin bölgeye ilişkin projelerine ortaklık gereği Afganistan, Irak, Libya gibi Müslüman ülkelerde iç savaşı körüklemek, nihayet Amerikan ve Rus emperyalistlerinin izniyle bir bölgeyi cihatçı örgüte teslim etmek üzere Suriye’ye asker göndermiş olanlar, bugün de daha geniş bir savaşın baş aktörü olma görevini üstlenmiş ve bunu kendi iktidarlarının devamı için bir fırsata çevirmek gayreti içindedir.
Bu ülkenin demokrasiden yana güçleri, diktatörlük ve yeni sultanlık heveslilerine karşı geniş halk yığınları ile 31 Mart ve 23 Haziran’da, toplumda barış ve kardeşliği geliştirmenin önemli bir adımı olabilecek bir demokrasi cephesinin ilk adımlarını attılar. Ve diktatörlük heveslileri de artık iktidarlarının sarsılmakta olduğunu gördüler. AKP’li Cumhurbaşkanı Millet İttifakının parçalanmasının çok önemli olduğunu söyleyerek, harekatın esas amacını açıkça ilan etmiştir.
Bugün iktidarın, geniş devlet ve medya olanakları ile yürüttüğü propagandanın etkisiyle, bu savaşın Türkiye’nin beka sorunu olduğuna inanıp, samimi yurtsever duygularla askerine, ordusuna sahip çıkanlara, bu harekatın, ülkenin değil, iktidarın beka sorunu için verilmekte olduğunu anlatmalıyız. Bu, savaş çığırtkanlığı ile ülkeyi Orta-doğu bataklığında felakete sürükleyenler karşısında bir yurtseverlik ve insanlık görevidir.
Bu milletin komşularıyla çatışmaya değil, barış ve kardeşliğe, ekmek ve işe ihtiyacı var. İş ve aş isteyenleri, bir merminin kaça mal olduğunu biliyor musun, diye azarlayanların, bu harekatın, kaç cana, ne kadar işsizliğe ve yoksulluğa mal olacağını hesap etmedikleri ortadadır. Türkiye’nin, sınır güvenliği için Suriye Devleti ile doğrudan açık diplomatik ilişkilere girmeye, içte barış ve huzur için ise tüm yurttaşları eşit ve özgür bireyler olarak kucaklayacak demokratik bir iktidar seçeneğine ihtiyacı var.
Darbelerin her türlü zulmünü yaşamış, savaşın nasıl bir felaket olduğunu bilen eski askerler olarak, halkımızın demokrasi beklentisini savaşla boğmak isteyenlere karşı demokrasi güçleri ile birlikte “Savaşa Hayır” demeye devam edeceğiz.
Basına ve halkımıza saygıyla duyurulur.
Adam-Der Yönetim Kurulu